Peygamber Efendimizin Dünyaya Teşrifleri

Peygamber Efendimizin Dünyaya Teşrifleri

ravzar.jpg Ashabdan Saib bin Yezid, Resul-i Ekrem Efendimizin nübüvvet mührü ile ilgili şöyle der: “Çocukluğumda teyzem beni Nebiyy-i Ekremin (s.a.v) yanına götürüp, ‘Ya Resulallah, şu yeğenimin ayağında ızdırabı var ‘dedi. Resulallah eliyle başımı sıvazlayıp bana bereket dua etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında çadırın koca düğmeleri (yahut keklik yumurtası) gibi olan Hatem-i Nübüvveti gördüm”2. Kâinatta en büyük hadise şüphe yok ki, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin dünyaya teşrifleri hadisesidir. Kadir-i Zülcelâl onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da insan da olmayacaktı. Dolayısıyla imtihan dünyasının da kapısı açılmayacaktı. “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedi (s.a.v) o kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedi hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur. Eğer dünya mücessem bir zihayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.3 İşte ” Eğer sen olmasaydın ey Habibim, felekleri (kâinatı) yaratmazdım” kutsi hadisi, bu sırra işaret etmektedir.

 

 

Kainat, hürmet ve haşyet içinde efendisini beklemekte idi. Her varlık kendisine mahsus dili ile, hal ve hareketiyle bu emsalsiz insana hoşamedide bulunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.

Tarih miladi 571, Nisan ayının yirmisi; Fil Vakası’ndan elli veya elli beş gece sonra. Kameri aylardan rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke’de mütevazı bir ev, günlerden pazartesi… Vakit vakitlerin sultanı, seher vakti. Bu mütevazı evde, bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hazret-i Muhammed (s.a.v) dünyaya gözlerini açtı. Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve matemini unutarak sürura gark oldu. Karanlıklar anında nurla yırtılıverdi.


Yeryüzünde hiçbir anneye nasip olmayan eşsiz şerefe mazhar kılınan aziz anne, Hz. Âmine, o mesut anı şöyle anlatır:

“Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyada karşıma bir zat çıkıp dedi ki:’Ya Âmine! Bil ki, sen âlemlerin hayrına hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy ve halini hiç kimseye açma!’ derken doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Abdülmuttalib Kâbe’yi tavafa gitmişti. Evdeydim. Birden kulağıma müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldum. Bir de ne göreyim? Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi ve kanadıyla sırtımı sıvadı. O andan itibaren bende korku, kaygı adına hiçbir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım. Bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi içer içmez, beni bir nur (denizi) sardı. Ve Muhammed (s.a.v) dünyaya geldi.”

Aziz anne doğum sonrasını ise şöyle anlatır:

“ Gördüm ki, doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe’nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım. Secdede parmağını göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir ses işittim:’doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Ta ki mahlûklar Muhammed’i ismiyle, sıfatıyla, suretiyle tanısınlar. Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti.1Aynı gece Hz. Âmine bir nur görmüş ve nu nurun aydınlığında Şam’ın saray ve köşklerini seyretmiştir.

Peygamber Efendimizin bir başka hususiyeti, dünyaya sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak gelmiş olmasıydı. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında nebilik mührü “hatem-i nübüvvet” bulunuyordu. Üzerleri tüylü, kabarık kırmızımtırak inci gibi benlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiş ve keklik yumurtası büyüklüğündeydi. Bu mühür, Resul-i Ekrem Efendimizin beklenen son peygamber olduğunun bir alameti idi.

Ashabdan Saib bin Yezid, Resul-i Ekrem Efendimizin nübüvvet mührü ile ilgili şöyle der: “Çocukluğumda teyzem beni Nebiyy-i Ekremin (s.a.v) yanına götürüp, ‘Ya Resulallah, şu yeğenimin ayağında ızdırabı var ‘dedi. Resulallah eliyle başımı sıvazlayıp bana bereket dua etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında çadırın koca düğmeleri (yahut keklik yumurtası) gibi olan Hatem-i Nübüvveti gördüm”2. Kâinatta en büyük hadise şüphe yok ki, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin dünyaya teşrifleri hadisesidir. Kadir-i Zülcelâl onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da insan da olmayacaktı. Dolayısıyla imtihan dünyasının da kapısı açılmayacaktı. “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedi (s.a.v) o kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedi hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur. Eğer dünya mücessem bir zihayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.3 İşte ” Eğer sen olmasaydın ey Habibim, felekleri (kâinatı) yaratmazdım” kutsi hadisi, bu sırra işaret etmektedir.

Ayrıca, Efendimizin risaleti diğer peygamberler gibi hususi değil, umumi ve cihanşümuldur. Buna binaen elbette dünyaya teşrifleri esnasında birtakım harika hadiseler vücuda gelecekti. Ve bu hadiseler akıl ve basiret sahiplerini düşünceye sevk edecekti.

Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri esnasında şu harika hadiseler meydana geldi:

1.Teşrif ettikleri gece bir yıldız doğdu, (Yahudi âlimleri Efendimizin dünyaya geleceğini biliyorlardı. Yıldızlardan hüküm çıkarabiliyorlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi âlimler bu yıldızdan ahir zaman peygamberinin dünyaya geldiğini anlamışlardı)

2. Medayin’deki Kisra sarayından on dört burç çıtırdayarak yıkıldı,

3. Kabe’nin içini karanlık ve kirlere boğan putların pek çoğu baş aşağı yıkıldı,

4. İstahrabat’ta bin seneden beri yanmakta olan Mecusilerin kocaman ateş yığınları bir anda sönüverdi. (Mecusiler bu ateş yığınını kendilerine ilah sayıyorlardı)

5. Takdis edilen meşhur Save (taberiyye) gölü bir anda kuruyuverdi,

6. Dünyaya teşrifleri sırasında, şark ve garbı küçük bir oda gibi aydınlatan bir nur görüldü,

7.Semave Vadisi taşan seller altında kalıp, suya gark oldu,

8.Gök kubbeden salkım salkım yıldızlar döküldü. (bu hadise şuna işaret ediyordu: bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur.”madem Resul-i Kibriya (s.a.v)vahiy ile geldi, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gaipten haber verenlerin ve cinlerin haberlerine set çekmek lazımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an, nazil olduktan sonra onlara hatime çekti. Hatta çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar.”)4 O ana kadar görülmemiş bu hadiselerin efendimizin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfî değildi. Ezeli kudretin kader kaleminin tayin ve tespitiyle vücuda geliyorlardı. Ve dünyaya ahirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed (s.a.v)’in zuhurunu haber veriyorlardı.

Kaynak: Peygemberimizin Hayatı, Salih Suruç.
Dipnotlar : 1Kastalani, Mevahibü’l-Ledünniye, 1:21.
2 Buhari, 1:48; Müslim, 7:86.
3 Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s.99; Yeni Asya Neşriyat, Nisan 1997
4 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.178

  • tarihinde oluşturuldu.

Nurşin.com | 2021 | Tüm Hakları Saklıdır.