Abdurrahmani Taği (K.S) Hazretlerinin Son Zamanları

Abdurrahmani Taği (k.s) Hazretlerinin Son Zamanları

"BİR ÂLİMİN VUSLAT TÖRENİ”

İnsanlara Allah rızası için iyiliği emredip kötülüklerden sakındırarak tasavvuf yolunda ilerlemelerine çalışan Şeyh Abdurrahmani Taği (k.s), on sekiz yıl kaldığı ve irşat vazifesinde bulunduğu Nurşin beldesinin insanlarını davet etmekte bir an dahi geri kalmadı. Vefat etmeden önce ağır bir hastalığa yakalandı.

Hastalığına rağmen olanca gayreti ile kendini toparlamaya ve iç âlemine yönelmeye çalıştı. Sünnet namazlarını dahi ihmal etmeyip, hepsini ayakta kıldı. Akşam ile yatsı arasında rabıta ile iki tulu vakti arasındaki zikri ve gece ibadetini asla bırakmadı. Hâlbuki bu sırada ancak dört yanına yastık dayayarak oturabiliyor, oturamayınca sırtını duvara yaslıyordu. Bu durumu kendisine hatırlatılarak, “siz hastasınız bu şekilde ibadet yapmasanız” diyenlere aldırış etmiyor, hatta bu şekilde konuşmalarını istemiyordu.

Bu mübarek zatın hayatına, Sahabe-i Kiram’ın yaşantısı o kadar sinmişti ki şu hadiseyi hatırlamamak mümkün değil; Hz Ömer (r.a) bir köle tarafından bıçaklanınca, dışarı çıkan bağırsakları tekrar yerine yerleştirilip dikilmişti,  doktorun kesinlikle yerinden oynamayacaksın eğer kalkarsan tekrar dikişlerin açılabilir ikazına rağmen, Hz Ömer (r.a) namaz vakti girince abdest almak için kalkmış ve hala 1400 sene sonra bile hafızalardan silinmeyen şu mübarek sözlerini söylemiştir: “Bir vakit namazı geçirmektense ölmeyi tercih ederim.”

Son zamanlarında cahiller ile sohbet etmekten şiddetle kaçınırken âlimler ile sohbet etmeye can atıyordu. Öyle ki, cahiller odasının kapısına yanaşınca son derece rahatsız oluyordu. Hastalığı sırasında kendisini ziyaret için gelen talebelerine şu edeplere uymalarını tavsiye etti:

“Ziyaretime gelenler tam bir edep ve huzur içinde yanıma girsinler, çünkü evliyanın ruhları devamlı olarak odamda bulunuyor. Edebe aykırı yapılan bir davranış, yapan kimseyi zarara uğratacağı gibi, kendimin de o davranıştan zarar göreceğimden çekiniyorum. Yanıma girdiğinizde kalpleriniz bir, niyetleriniz aynı olsun. Çünkü hastalığım sırasında değişik arzularınızın bana yansımasından rahatsız oluyorum.”

Şeyh Abdurrahmani Taği (k.s) hastalığının arttığı ve şiddetli ağrıları olduğu zamanlarda bile hiç bu durumundan şikâyetçi olmamıştı. Fakat bir gün şiddetli iç ağrılarından dolayı “ ilahi nispetin hazzını duyamıyorum “ zannı ile ağlamaya ve bu durumdan yakınmaya başladı. Hatta “öleceğim diye değil de ilahi zikirden tad almayarak öleceğim diye korkuyorum” dedi. Bunun üzerine kendisine bir doktor çağırdık. Doktora dedi ki: “Senden istediğim tek şey, Allah’ı zikretmemin tadına varmama imkân verecek bir hafifliktir.” Doktor ona bazı ilaçlar verdi ve bir süre sonra hastalığı hafifledi ve zikrin tadını duymaya başladı. Bunun üzerine doktora şöyle dedi: “ Sen iyi bir doktorsun. Allahu Teâlâ (c.c) senin elinle isteğimi karşıladı ve tekrar zikirden haz duyar hale geldim. Eğer ölürsem bile ücretini eksiksiz olarak versinler.” İşte bu, bizim Allah’a olan yakınlığımızı değerlendirmemiz için ne güzel bir örnektir.

Ölümünden birkaç gün önce bir yanında bulunanlardan bir kişiye “Tarikat nedir? Biliyor musun” diye sordu. Onun, “Şeyh hazretleri bilir.” şeklindeki cevabı üzerine kendi sorusunu şöyle cevaplandırdı: “Tarikat şudur: eğer birine yüz kuruş borcun varsa bu borcunu kuruşu kuruşuna tam olarak ödeyeceksin. Buna karşılık eğer birinden yüz kuruş alacağın varsa elli kuruşunu alıp geriye kalan elli kuruşu ona bağışlayacaksın.“

Bir gün sonra kendisine bu sözleri ile ne kastettiği sorulunca bana “o sözlerdeki muradım fedakârlığın seyrek görüldüğü konularda fedakârlığı vurgulamaktı.” dedi. Son hastalığı sırasında bir gün, “ Arkadaşların odası hastalığım için daha uygundur. Hatta orada olsam yakında iyileşmem mümkündür.”dedi. Bunun üzerine “ O halde niye onların odasına taşınmıyorsun? Onlar da senin odana taşınsınlar” denilince;  şu cevabı verdi: “Arkadaşlar benim odamda hasta olurlar diye korkuyorum. Bense nasıl olsa hastalığa yakalandım.” Böylece o zor günlerinde bile fedakârlığın en güzel örneğini vermiş oldu.

Vefatından önce bazı işaretler yolu ile dünyasını değiştireceğinin haberini vermişti. Son gecesinin seher vaktinde, “Fahr-ı Kainat Efendimiz (s.a.v.) bana açıkça görünerek bal ve şerbet yememi emretti. Emir hazretleri de isteyeni meclisine çağırdı ve isteyeni de hizmete devam etmek üzere geri bıraktı.” dedi.

Bunun üzerine “aklından yolculuk geçiyor mu?” diye sorulunca; “evet, hem de çok geçiyor. Eğer aklımdan yolculuk geçmeseydi, Peygamberimiz açık bir şekilde bana görünmezdi.” dedi.

Yine son günün ikindi vakti sıralarında eşi Seyyide Kadriyye’nin eteğinden tutup şu beyti okudu:

“ Kâbe hareminin harimine vasıl olamazsın

Eğer evlad-i Ali’nin eteğine yapışmazsan.”

Bu beyti şefaat dileme gayesi ile okumuştu, bu istek onun mübarek yüzündeki ifadeden kolayca anlaşılıyordu.

Son hastalığı sırasında gördüğü bir rüyası da şöyledir:
— Rüyamda gördüm ki, tüm velilerin menzilleri üst üste yükselen katlara sahip yüksek bir bina haline geldi. Bu arada Gavs-ül Azam Geylani Hazretleri (k.s.) beni başı üzerine alarak üst katlara çıkarttı ve oradaki bir sedir üzerine koydu.

Şeyh Abdurrahmani Taği (k.s) hazretleri, ailesine ve yakınlarına :” Allahü Teâlâ’yı sevmeyi, İslamiyet’in emirlerine sıkıca bağlanmayı, yasaklarından şiddetle kaçınmayı ve Şeyh Fethullah Verkanisi’ye itaat etmeyi ve ona tabii olmayı ihmal etmeyin.” Buyurarak yerine Şeyh Fethullah Verkanisi’yi halife bıraktığını bildirdi.

Son zamanlarında çevresindekilere ve bağlılarına şefkatle muamele etti. Onlara rahmet nazarıyla baktı. Evlatlarına ise fazla iltifat etmedi. Oğlu Molla Muhammed Diyauddin (k.s) babasının hastalığı sırasında yanında bulunuyordu. Üzülüyor ve ağlıyordu. Bir ara gözlerini açan Abdurrahmani Taği (k.s) hazretleri oğluna baktı ve “neden böyle yaş akıtıp ağlıyorsun?” dedi. Muhammed Diyauddin (k.s) edeple ; “Niçin ağlamayayım. İnsanın babası çok büyük tüccar olur da, dünyasını değiştirirken evladı babasının malında istifade edemezse, mirasına varis olamazsa ondan daha acı bir şey olur mu?” diye cevap verdi. Babası da şöyle buyurdu:”oğlum, Şeyh Fethullah(k.s) senin hakkında benden daha hayırlıdır. Çünkü ben seni başkalarından ayırmam, halk gözümde ne ise sen de oydun. Ama Şeyh Fethullah seni diğerlerinden üstün tutar.”buyurdu. Bu cevap üzerine teselli bulan oğlu Muhammed Diyauddin (k.s), Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s)’ ye talebe oldu.

Son anlarında şuuru gayet yerinde olduğu için komaya girinceye kadar kendisine verilen her selamı almış ve yanında okuyanların hatalarını düzeltmiştir. Hatta bir ara her zamanki âdeti gibi nefsini müflis, yetersiz ve kusurlu gördüğünü belirtmek üzere şu farsça beyiti okudu:
                                           “Bizler müflisiz, senin semtine geldik,
                                             Allah için, yüzünün cemalinden bize bir şey ver!”


Nitekim son saatlerinde Fakih Eyyub’u çağırarak ona “Ata Mağribi’nin şiirlerinden oku” dedi. Onun kasdettiği şiir iki beyti şu olan uzun bir kasidedir:

                                    “ Ey can bülbülü! Bu kafesin içinde yalnızken nasılsın?
                                      Ne zamana kadar, bu yalnızlıkta yalnız kalacaksın?”


Bu kasideyi okutması, onun Rabbine kavuşmak hususunda ne kadar büyük bir özlem içinde olduğunu ve vücudundan ayrılmada geciken ruhunu azarlayışını gösteriyordu. Arkasından Şeyh Seyyid’i çağırarak ona “eskiden birlikte okuduğumuz şiirleri bana oku” dedi. Şeyh Seyyid de ona gayret, hamiyet, iltifat ve bağlıların haklarını titizlikle gözetme konularında bazı şiirler okudu.

Abdurrahmani Taği(k.s) hazretleri hayatı boyunca hizmet peşinde koşmuş dünyaya iltifat etmemişti. Vefatından önce bir ara kendisinden geçti. Kendine geldikten sonra şunları söyledi:

- İki meleğin ruhumu almaya geldiklerini gördüm. Onlara dedim ki : “Sizin ruhumu almanıza razı değilim. Sebebine gelince ben çok sayıda âlime hizmet ettiğim için ruhumu âlimlere mahsus meleklerin almasını istiyorum. Bir süre sonra şöyle bir ses duydum; Allahu Teâlâ (c.c) benim ruhumu almaya gelen meleklere : “Onun ruhunu, benim dostlarımın ruhunu alan alsın.” buyuruyordu. Bu sözleri duyunca “o çabucak gelsin “ dedim.

Arkasından Molla Abdülkahhar’a dönerek “güzel sesinle üzerime Kuran’ı Kerim oku” dedi. Talebeleri başından ayrılmayıp Kur’an-ı Kerim okudular.

Abdurrahmani Taği (k.s) Hazretleri şeriat, tarikat, bu ikisine bağlılık ve kulluk görevini benimsemek konularında çok ısrarlı ve titiz idi. Bir gün şöyle dedi:
“Şeriatın zahiri hükümlerini sakın ihmal etmeyin. Varsın cezbeniz olmayıversin. Çünkü içinizden biri zahiri şeriatın hükümlerini yerine getirince; hali, makamı ve cezbesi kaybolsa bile, şeriata yapışır ve tamamen yıkılmaz. Buna karşılık zahiri şeriata uymaksızın halini yitirirse, o zaman tümü ile yıkılır.”

Hayatı boyunca sünnet-i seniyyeden ayrılmayan Seyda-i Taği (k.s) hastalığının hat safhada olduğu zamanlarda bile sünnete aykırı davranmamıştı. Son zamanlarında yanında bulunanlardan biri şöyle rivayet etmektedir:

-Bir ara hırkasını giymek istedi. Arkadaşlar hırkayı önce sol kolu giyilecek şekilde tutunca yüzünü buruşturarak, “böyle giyilmez” dedi ve giydiği kolu çıkarmak istedi. Bunun üzerine arkadaşlar hırkayı önce sağ kol giyilecek şekilde tuttular. Fakat şeriata uygun hareket etmedikleri için onlara daha çok kızdı.

O sırada yanına su getirdiler. Yakınlarında biri ona bu su ile elini ıslat da alnını ve göğsünü ov dedi. Şeyh hazretleri de alnını ovdu, fakat göğsünü ovmadı. Suyu veren arkadaşımız ona göğsünü de ovmasını söyledi. Fakat o bunu yapmadı ve arkadaşımıza: “Ben göğsü ovmanın sünnet olduğunu bilmiyorum, sünnetin dışına çıkmak istemem, eğer sen öyle yapmanın sünnet olduğunu kesin biliyorsan, kendi elinle göğsümü ov “dedi.
Yine o sırada bir ara misvak istedi ve şeriata uygun olarak sağ eli ile dişlerini misvakladı. Hatta misvağı önce sol eline vermişlerdi ve sağ eli de koynunda idi. Fakat hemen kendini zorlayıp harekete geçerek sağ elini koynundan çıkardı ve misvakı o eli ile tuttu, işin kolayını tercih edip sol eli ile misvaklamaktan kaçındı.
 
Bir ara su istedi. Kendisine bakır bir maşrapada su getirdiler. Fakat o suyu geri çevirerek bana çömlek maşrapada su getirin dedi.

Komaya girmesinden iki gün önce idi. Her an vefat edeceğinden korkuyorduk. O sırada daha önceki günlere göre daha seyrek şekilde “lailaheillallah” dediğini fark etmiştik. Kendisine neden “lailaheillallah” demeyi seyrekleştirdiğini sordum. Bana “iç alemim, zahirime baskın çıktı.” Dedi. “lailaheillallah” demeden can verir diye endişe ettiğim için kendisine “fakat zahirine karşılık hastalık da baskın çıkabilir” dedim. Bana “vakti gelince inşallah, lailaheillallah demeden can vermem” diye cevap verdi.
           
Nitekim bir süre sonra öleceğinin belirtilerini hissedince çok azı dışında, bizim telkinimize hacet kalmaksızın söylediği her sözün arkasını, “lailaheillallah” ile bağlıyordu. Nitekim bir defasında bir şey söyledikten sonra “lailaheillallah” dediğini duymayınca kendisine “lailaheillallah” demeyi telkin ettim. Bana “ sözümün arkasından lailaheillallah dedim. devamlı olarak “lailaheillallah” demenin müstehap olduğunu düşünerek mi yoksa “lailaheillallah” dediğimi duymadığın için mi bana tehlil telkin ediyorsun ?” dedi. Kendisine duymadığım için telkinde bulunduğumu yoksa sürekli olarak tehlil getirmenin müstehap olmadığını söyledim. Bunun üzerine “lailaheillallah” dedi ve sustu. Bir daha da konuşmadı. Böylece son sözü” lailaheillallah” oldu.

Efendimiz’in (s.a.v) sünnetini eksiksiz yerine getiren bu mübarek zat; son saatlerinde gece yarısından sonra çok sevdiği bir aile ferdini istedi. . Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in vefat etmek üzere iken hazreti Aişe’ye çok yakınlık gösterdiğini, hatta başını onun göğsü ve çenesi arasına dayanarak öyle vefat ettiğini bildiği için son anını o şekilde geçirmek istedi. Vücudunu ailesinin koluna dayadı, elini eline koydu. Bir süre sonra elini çekerek sağ göğsünün altına gelecek şekilde tuttu. Çoğu azaları ve bütün vücudun çoğunluğu soğumuştu. Öyle ki bu yakını o anda hissetmiş olduğu soğukluğu şimdi bile hatırlamaktadır. İnşallah kıyamet günü, tam vuslat gerçekleşinceye kadar bu duygudan hiçbir an ayrılmaz.

Vefatında yanında bulunanlar şöyle anlatıyorlar: “Cenazesi yıkandıktan sonra yüzüne dikkatli bir şekilde baktım Allah için şu şahadette bulunmak isterim. Ben onu Ravza-i Mutahhara’da Beytullah’ta, diğer mukaddes ziyaret yerlerinde, sahabelerin ve velilerin türbeleri başında, özellikle şeyhi Gavsül Azam Ervasi (k.s) hazretlerinin türbesi başında , sohbet sırasında cezbeye geldiği demlerde, bayram şenliklerinde ve evlenmesi sırasında görmüştüm. Fakat hiçbir zaman onun yüzünü bu kadar güzel, parlak ve saf görmemiştim.

1886 (h.1304) senesi 20 Aralık Perşembe günü kuşluk vaktine doğru saat dokuz sularında vefat etti. Talebeleri ve sevenlerinden meydana gelen kalabalık bir cemaat tarafından cenaze namazı kılındıktan sonra Nurşin’e defnedildi. Kabri Bitlis vilayetine bağlı Nurşin nahiyesinde olup ziyaret edilmektedir.

Allah bizi onun yolundan ayrılmayanlardan eylesin. Salât ve selam Peygamber Efendimiz ile onun âli ve tüm sahabelerine, hamd da Allahu Teala’ya (c.c) mahsustur.
 

Kaynaklar: 1.Kelimatı Kutsiye
                   2.Evliyalar Ansiklopedisi
 

  • tarihinde oluşturuldu.

Nurşin.com | 2021 | Tüm Hakları Saklıdır.